Hayatımda kader çarklarının benden yana dönmesine alışkın olmayan biri olarak, hem sağlık, hem de aşk yönünden zannedersem altın çağımı yaşıyordum. Tek sorun işsiz olmamdı. Ayda bir teklif geliyor, onda da abuk subuk fiyat yada şartlar getiriyorlardı önüme. Kabul etmem demek, özsaygımı kaybetmem demekti. Elbette kabul etmemiştim.
İnsan hayatta neye yeteneği olduğunu ve neye hiç olmadığını bilir. Örneğin benim matematik, muhasebe, hesap-kitap, raporlama, tablo yapma vs. gibi işlere zerre yeteneğim yoktur. Diğer yandan çene yapma, sosyal medya, yazı-çizi, yabancı dil, bu zamana kadar yaşadıklarım ve biriktirdiklerim göz önüne alındığında tıbbi şeyler, dekorasyon, tasarım vs gibi şeylere ciddi anlamda yeteneğim vardır. Ben de kendini bilen biri olarak öncelikle kendime uygun bir iş aradım. Bu arada kaderin cilvesi, yine Ekşi Sözlük'ten sevdiğim bir arkadaşımın ortağı olduğu bir ajansa iş görüşmesine gittim. İş görüşmesinde işi aldığım yetmediği gibi, bir de görüşmenin hemen arkasından çok önemli ve çok meşhur bir şirketle toplantıya girdik. :)
Bu kısım şans mı, kaderin cilvesi mi bilmiyorum ama eskiden de (henüz iş ilanlarının sadece gazetede olduğu yıllarda) parmağımı bir ilana koyup, ben buraya gireceğim dediğim her işe girdim. Her projede yer aldım. Bu sefer de şansım yaver gitmişti ve piyasada iyi durumda olan bir ajansta işe başlamıştım. İş koşulları güzeldi ve işimi seviyordum ancak açıkçası gözümü obezite cerrahisine dikmiştim.
Sosyal Medya Uzmanı olarak çalıştığım zamanlarda çok büyük şirket ve grupları temsil ettim. Hiçbirinden negatif dönüş almadım ancak gözüm de gönlüm de hep ameliyatımla ilgili birşeyler yapmaktan yanaydı. Ne kadar çok kişi ameliyatları bilir, kurtulursa o kadar iyiydi. Kimsenin benim gibi, benim kadar acı çekmesini istemiyordum zira kendi acıma katlandığım kadar başkalarınınkine katlanamıyordum. İnsanlar süreçlerini anlattığında her seferinde hüngür hüngür ağlıyordum. (hala ağlıyorum).
Çok yoğun çalışmama rağmen bir yandan da çılgınca hocamı takip ediyordum. Kontrol ve takiplerime de düzenli gidiyordum. Bir gün korkunç bir grip ile uyandım. İşe gitmeye mecburdum. Hocama ne yapabilirim diye mail attım ve ortalama yarım saat içinde bana döndü. Ameliyatın erken döneminde yaşadığım grip vesilesiyle o ara hocamla epey bir görüştük telefonla ve maille. Hemen hemen hepsinde şunu söyledim. "Hocam, benim sizinle çalışmam lazım!" Birlikte çalışmamız lazım." Hemen hemen her seferinde de veto yedim. :D Aslında çok ama çok ciddiydim. :)
Aynı zaman diliminde hocam da kitabı üzerinde çalışıyordu. (bkz: Obezite Kaderiniz Değil). Onlarca ısrarımın (resmen peşinden koştum desem yeridir) ve mail/telefonumun üzerine bir gece hocam, hazırladığı kitapla ilgili birkaç konuda ortak bir çalışma yürütebileceğimizi, uygun olup olmadığımı sordu. Hoplaya zıplaya kabul ettim tabii. Ortaya çıkan eseri çoğunuz biliyorsunuz zaten. Buyrunuz:
Kitap basım sürecine girmişti ancak benim hocamı bırakmaya niyetim yoktu. Bu esnada da yabancı literatürleri araştırıyor, resmen gündüz iş, gece cerrahi araştırma mesaisi yapıyordum. İşe gireli ortalama 1,5 -2 ay olmuştu. Ne yalan söyleyeyim ajans ortamımız çok şenlikliydi ve mutlulukla çalışıyordum. Evet işler çok yoğundu, sandığım kadar kolay değildi, çok büyük markalar/holdinglerin iş yükünü sırtlamıştık ama çalışma arkadaşlarım o kadar iyiydi ve ortamımız o kadar neşeliydi ki! :) Asla haklarını yiyemem. Hatta çok mühim bir toplantıda "xxxx Sabancı" ile yanyana oturup, üzerine kadıncağızı tanımayıp, üzerine bir de laptopumun ekranına bakıyor diye kendisine trip atmışlığım mevcuttur. Gerçi hoşuna gitmişti bence herkes gibi davranılmak ama bu benim kendi yorumum tabii. :)
Normalde ciddi fırça yenilecek bu durumu biz ajansta kahkahalarla geçiştirmiştik. Eğer okuyorlarsa eski patronlarıma selam olsun. :) Biraz şans, biraz da mizacım gereği iş hayatına başladım başlayalı - sahne olsun, sinema olsun, sosyal medya olsun - hem çok az iş değiştirdim, hem çok iyi patronlarım oldu, hem de hep tatlılıkla ayrıldım çalıştığım yerlerden. Çalıştığım yeri, kendi işim gibi, hatta kendiminkinden çok benimserim hep. Huyum böyle. Asla savunamayacağım, arkasında duramayacağım işi yapmadım, yapmam. Kimseye ilenmedim, kimseyle ne alacak, ne verecek sıkıntım oldu. Tüm eski işverenlerim ile hala görüşüyorum. Hatta bazen iş paslaşıyoruz. Ne yaşarsanız yaşayın, nihayetinde en önemlisi bence işin sonunda yüzyüze bakabilecek, oturup bir kahve içebilecek durumda, mümkünse hayır duasıyla çalışabilmektir. Eski ajans patronlarımdan biri ayrılacağım vakit bana şöyle demişti. " Profesyonelliğin -kaşarlık- yanı, senin hiç olamayacağın bir şey. Her zaman insanın senin gibi bir çalışanı olmalı..." O kadar haklıydı ki. Benim için profesyonellik hiçbir zaman -yavşaklık- olmadı. Olmaz da. Beni kısa zamanda bu kadar iyi tanımaları ise ayrı bir güzellikti. Oradaki günlerimden bir kare, buyrunuz:
Gün oldu devran döndü. Bir gün bir mail aldım hocamdan. Hiçbir ipucu yoktu, sadece "vaktin varsa konuşalım" minvalinde bir maildi. Nihayet kendisini telefon, mesaj ve maillerimle bezdirmiş olduğumu düşündüm evvela. Sonra aklıma iş durumu geldi. Vallahi de mevzu buydu. Bunu hissediyordum! Sakin sakin istifamı verdim. Hani ortada bir şey yokken nasıl yaptın diyebilirsiniz, hocam da öyle demişti ama yaptım işte. :) Hissi kablel vukuu diyelim.
Sanırım akşama doğru bir vakitti. Nişantaşı'nda bir kahve içtik, hocam, sanki ben aylarca "beraber çalışalım mıığğ litfeeeeeğn" diye peşinde koşmuyormuşum gibi normal normal asistanı olmamı teklif etti. (Hislerim kuvvetlidir demiş miydim? :) Ben de kendisine birkaç saat evvel zaten istifa ettiğimi söyledim. Ufak çapta bir şok yaşamadı değil. Sonra sonra benim ne kadar "kırık" bir tip olduğumu anlayıp beni sürekli sakinleştirecekti. :)
22 Ocak 2012'den itibaren, resmi olarak, hocamın asistanı olmuştum. Asistan derken sekreterin elit söylemi asistandır hepimiz biliyoruz değil mi? İki üniverste, kariyer mariyer umurumda değildi. Bilmemne çok önemli markasının bilmem çok önemli uzmanı, müdürü olacağıma yüz kere tercih ederdim hocamın sekreteri olmayı. Netekim oldum da. :)
2012 başından bu yana yüzlerce hastamız, danışanımız oldu. Ben, bilmediğim bir mecrada sadece ameliyatlı olmanın tecrübesiyle yol aldım. Binlerce mesaj cevapladım. Bir sürü ameliyata girdim -işi mutfağında gözlemlemek- için. Yüzlerce yerli, yabancı kaynak okudum. Literatürler devirdim, hatta bizzat kendim tıp literatürüne geçtim. Hayatımda beni bu kadar tatmin eden, bu kadar mutlu eden bir iş olmadı...
Aslında itiraf etmem gerekirse benim hayalimdeki iş (lütfen çığlık atmayın) "Adli Tıp Teknikerliği" idi her zaman. Aslında hala öyle ancak yaşım ve işim itibariyle buna ayıracak ne vaktim, ne halim, ne de 3.üniveristeyi okuyacak takatim var. İlk ameliyata girdiğimde bayılırım diye koltuğa oturmamı söylemişlerdi. Bayılmak şu yana dursun, ben tüm ameliyatı neredeyse hocamın omzunun üzerinden izlemiştim. Tabii o zamanlar ekip benim ne kadar ameliyat videosu izlediğimi bilemezdi. Onlar da haklı, kızlar çoğunlukla ilkinde bayılırmış zira. :)
Gün oldu, devran döndü. Bugün ortalama 1500 hastamız sağlığına kavuştu, ben koordinatör oldum, yeni asistanlar aldık. İşin en dip noktasından başlayan biri olarak şu an sanırım gelbileceğim en üst noktalardan birinde ve hala hocam Doç.Dr.Halil Coşkun'un dizinin dibindeyim. 2011'den 2014'e dek değişen sadece yılların geçmesi değil, benim bir yandan çalışırken bir yandan da sakinleşmem, ehlileşmem. Hayra hizmet edip, bir de sevdiğiniz insanlarla, sevdiğiniz işi yapıyorsanız sizden şanslısı yok. Planlarımız şöyle ki; hocamla birlikte emekli olacağız. :)
Sektörde birazcık sivrildiğiniz vakit, göze batıyorsunuz. Bu bir gerçek. Defalarca ilgilenmeyeceğimi belirtmeme rağmen sektörden bu zamana kadar çılgınca teklifler aldım. İnanılmaz, dudak uçuklatacak fiyatlar, iş koşulları dönüyordu piyasada. Bana asıl koyan hep, biraz fazla parayla beni kendi yanlarına çekmeye çalışan hekimlerdi.[ Ki en son geçen hafta, 5 haneli bir maaşı reddettim.] Bu tekliflerin çoğunu hocama söylemedim bile. İlk gün olduğu gibi, derdim para değildi ve hiç olmayacak.
2012 Ocak'tan beri ben tam olmak istediğim yerde, yapmak istediğim işte, yanyana olmak istediğim insanların yanındayım. İki kişi başladığımız bu yolda, artık bir hayli büyük bir ekibiz. Tek odağımız sağlıklı ve mutlu olmanız. Yapabiliyorsak ne mutlu. Ben her sabah, aynı amatör heyecanla işime başlıyabiliyorsam ne mutlu. Hocam her ameliyathaneye indiğinde, ameliyat ettiği tek hasta, sedyemizde olan gibi davranıyorsa ne mutlu...
Şimdi baktığımda ortalama 3 yıldır beraberiz. Büyüdük ama çirkin manada "profesyonelleşmedik." . Her hastamız biricik, her hastamız özel oldu. Ne mutlu bize, nice yıllara bize...
Peki ya aşk defteri? O da sonraki yazımızda dolacak...
Kaderin çarkları bir kez daha benden yana olacak... :)