29 Ağustos 2014 Cuma

Aşk yeniden, Akdeniz'in tuzu gibi... :)


- Aşk yeniden... -

Yaşadığım kötülerin de kötüsü tecrübeden olsa gerek, aşk defterini sonsuza kadar kapattığımı düşünüyordum ben. Hayat boyu artık evlenmem, aşk neymiş, evlilik neymiş diye dolanıyordum ameliyattan sonra.

İş durumum ise bir felaketti. Ameliyattan önce son bir uzun metraj çekip az deneyimim olan sinemaya, son bir sahneye çıkıp hayatımın 10 yılını verdiğim sahneye veda etmiştim. Aslında veda ettiğimi bilmeden yapmıştım çünkü ben kendimce devam edeceğimi düşünüyordum. Ameliyattan sonra hızlıca kilo vermemle beraber gelen bir-iki teklif de kesilmeye başladı. Sağlıklı ve işsiz biçimde kalakalmıştım. Meğerse sektör beni şişmanım diye istermiş, bu noktada nasıl bir açık varsa demek! Bununla yüzleşmek benim için çok zordu zira ben hep yetenekliyim diye işlere seçildiğimi sanıyordum. Halbuki hayatımda bir kez daha kazın ayağı öyle değildi.

Hayatımda sadece hafta bir iki saat yayın yaptığım radyo programım kalmıştı. Bunun dışında sağlıklı ve boş oturmak bana o kadar koyuyordu ki... Muhakkak birşeyler yapmalıydım...

Ortalama ameliyatımın üzerinden 3 ay geçmişti. 132 kiloyla başladığım yolculukta tam net hatırlamasam da 100 kilo civarı bir noktadaydım. İşsiz olduğum için annemden destek alıyor ve kafamı dağıtmak için gezebildiğim kadar geziyordum. Toplantılar, yürüyüşler, konserler, neler neler.

Yine bu gezme günlerinin birinde, bir Ekşi Sözlük organizasyonu olan Ekşi Fest'e gitmiştim. MFÖ konseri olacaktı, çılgın atacaktık kocaman, çoğu eskiden birbirini tanıyan bir arkadaş grubu olarak. (25 Haziran 2011). Orada ilk defa tanıştırıldık ama ne ben onunla, ne o benimle çok ilgilenmedi açıkçası. İlk görüşte aşk değil yani durumumuz baştan söyleyeyim. Hatta kendisi benden 3 yaş küçük olduğu içün, epey bir süre abla muhabbeti yaptırdım, yalan değil. :)

O gün daha sonra konuk olarak programıma gelmesi için davet ettim. Bu davetimde yukarda allah var habis bir şey düşünmüyordum. (valla düşünmüyordum.)(bak valla dedim! yan yan gülmeyin! :). Neyse gün geldi devran döndü, Erdem (ki şu an kendisi iki yıllık eşim oluyor) ilk defa programıma geldi. Bu ilk programda dostane açıdan birbirimize ısınsak da, yine aramızda bir elektrik ya da ona benzer bir şey oluştu diyemem.

Buyrunuz programıma ilk konuk olduğu gün:



Takip eden haftalarda internet üzerinden mesajlaşmalara ve en nihayetinde de telefonlaşmaya başladık. Benim ne kadar güvensiz olduğumu bildiği için epey bir uğraşmak zorunda kaldı benim çileli sevgilim. Beylikdüzü-Üsküdar arasını (ki trafikte 4 saat kadar oluyor ara) defalarca gitti geldi. Ses tonumu beğenmediği için akşamın körü kapımda bitti. Evi çiçek bahçesine çevirdi. Nazar boncuğum çatladı diye yenisini getirdi. Küçük Prens hayranıyım diye bilekliğini buldu getirtti. Püre diyetinde tatlı krizine girince (bkz: malum günler) muhallebi aldı getirdi. Hep yanımda oldu.

Ve nihayet... Bir gün geldik zurnanın zırt dediği yere... Bu kadar güzel giden bir şeyi bozmak son niyetim olsa da kendimle, bedenimle, yara izlerimle barışık olmadığımı bilmesi gerekiyordu. (Aslına bakarsanız hala da barışık değilim.) Bir gece yemeğe çıktık. Herşey rüya gibi, herşey mükemmeldi.

İçim içimi yiyordu. Evet ben zayıflayacaktım ama bedenimde eski hastalığımın izleri duruyordu. Üstelik güzelleşmek bir yana sarkacaktım. Daha önce hiç şişman ya da fazla kilolu olmamıştım çünkü ben hep çok şişmandım. Olduğum kalıba oturamıyordum.



Muhteşem geçen bir yemek sonrası ona bu duygularımdan bahsetmeye karar verdim. İnanın bu deveyi hendekten atlatmaktan daha zordu benim için. Kem ettim, küm ettim. Zorlandım. En nihayetinde: "Bak Erdem... Ben zayıflayacağım ama sarkacağım. Kısa vadede çirkinleşecek, ancak epey uzun vadede güzelleşeceğim. Ayaklarımda hastalığımdan kalma korkunç yara izleri var. Beni seveceksen ya böyle sev, ya da şimdi bırak git..." dedim. Ağlayarak elbette. Böyle bir konuşma yapmak benim için çok ama çok zordu. Ya o da giderse diye düşünmeden edemiyordum.

"Yara izlerini görebilir miyim?" dedi. Eyvah dedim şimdi görecek ve nasıl kaçacağını bilemeyecek!
Ayağımdaki pantolonu dizime kadar sıyırdım ve izlerimi gösterdim. O kadar korkuyordum ki hem ağlayıp, hem titriyordum o esnada...

Ayağıma eğildi ve yara izlerimin hepsini tek tek, bir tanesini bile eksik bırakmadan öptü.
"Bu yeterli bir cevap olur sanırım" diyerek. O an, onun henüz haberi yoktu ama ben hayatımı onunla geçirmeye karar vermiştim. :)) (Ağlama molası, bu sefer mutluluktan...)

Bundan sonra sürecimiz benim ve hatta O'nun da anlayamadığı biçimde çok hızlı gelişti. Hiç beklemediğim anda, 09/10/2011 tarihli radyo yayınımın sonlarına doğru, canlı yayında evlenme teklif etti bana Erdem. Aklımı kaybediyordum heyecanımdan. Öyle böyle değil.<3

Elbette evlenecek her çift gibi öncelikle ailelerin karşılıklı bizi tanıması, sonra da birbirilerini tanıması gerekliydi. Açıkçası en büyük kabusum buydu. Önceki yaşadıklarımdan sonra, beni beğenmeyecekler diye aklım çıkıyordu. Yıllar sonra birine kalbimi açmışken tekrar aynı şeyi yaşarsam bir daha toparlanamayacağımdan korkuyordum.

Ve.. beklediğim o gün geldi. Nihayet ailesiyle tanışacaktım! Nihayetinde 132 kilo olmasam da hala 100 kiloydum. Dolabı açıp karşısına oturdum. Önce biraz ağladım. Sonra delicesine "daha zayıf gösteren kıyafet" aradım. Sanırım 35 kere falan üzerimi değiştirdikten sonra aynada bir "eehhh" çekebildim kendime yarım ağız. Erdem geldi, beni aldı. Çiçeğimizi, tatlımızı aldık. (Zannedersin ben onu istemeye gidiyorum :) ) Artık ne olacaksa olsundu. Bu yolun dönüşü yoktu. Otoparkta bir derin nefes alıp eve çıktık....

Beklediğimden çok daha sıcak karşılandım ama heyecanım bitmek tükenmek bilmiyordu. Sonradan kayınvaldemin söylediğine göre onlar da heyecanlanmış ama ben o kadar heyecanlıydım ki; farkedemedim bile. Ameliyatıma uygun bir sofra kurmuşlar, yemek ısınana kadar balkonda oturalım dediler. Erdem'in kıçının dibine kedi yavrusu gibi girdim oturduk yanyana fakat benim dizler tak tak tak nasıl titriyor. Allahım rezillik! Görmesinler diye elimi koyuyorum dizlere, elimle birlikte titriyor körolmayasılar. :))


 Velhasılı Erdem zaten evvelden bir girizgah yapmıştı hakkımda. Ben de ayrıntılı anlatmaya çalıştım kendimi. Hiçbir şeyi saklamadım. Açıklık en güzeliydi. Annemi de babamı da çok sevdim. İlk görüşte ha. :) Şimdi siz anlayasınız diye kayınvaldem-kayınpederim diye yazıyorum. Yoksa bir kere bile öyle hitap etmedim. 31 yaşımdan sonra gerçekten bir annem-babam daha oldu. Bu açıdan çok, çoooook şanslıyım.

Bir ara kayınvaldeme şöyle dedim: "Bakmayın bugün buz balığı gibi olduğuma, aslında çok eğlenceli kızımdır ama çok heyecanlıyım." İleriki zamanlarda bu lafımı hatırlayıp hatırlayıp güldük. :))

Çok zor, çok endişe ile beklediğim bir sınavdan daha şükürler olsun alnımın akıyla çıkmıştım. Ben onları çok sevmiştim, onlar da beni. Benim hayatımın hiçbir döneminde geniş bir ailem olmadı. Hep çekirdek, hep 3-5 kişi anca olduk. 31 yaşımdan sonra kocaman bir ailem olacaktı.



Beni benden çok düşünen, benden çok seven...
Bu sefer talihin çarkları, saadetimden yana dönüyordu...
Şimdi sırada nişan ve nikah vardı ve hayata ziyadesiyle geç başlamış biri olarak, hızlı gidiyorsun diyenlere inat, herşey ışık hızıyla olup bitecekti. :)


Geriye tek bir şey kalmıştı. Acilen iş bulmalıydım... ama nasıl?
...