16 Ekim 2012 Salı

Yeme Bozukluğu/Kendine ait olmayan yükler taşımak.../



Ameliyatımdan hemen önce, henüz zayıflama sürecim başlamamışken bana sorsalardı şişmanlığımın hissini, şöyle cevaplardım. "Kendime ait olmayan yükler taşıyorum." Şimdi belki birçoklarınız diyecek ki: "Yahu dana gibi yedin, şiştin. Nasıl sana ait değil bu yük?" Şöyle izah edeyim. 

Bizler, obeziteden öte "yeme bozukluğu" illeti yaşayan insanlar, farkında değiliz...

Sevinince, üzülünce, kızınca, hayal kırıklığında, aynaya bakmak istemediğimizde, zor bir sınavdan önce, sevgiliden ayrılınca...
Hazmedemediğimiz her duyguyu yiyerek bastırmaya çalışıyoruz bizler. 

Yiyerek acımızı azaltıyor, dünyayı katlanabilir bir hale getirdiğimizi sanıyoruz.
Yiyerek sakinleştirdiğimize inanıyoruz kendimizi.


Ne kadar bastırırsam o kadar az yara alırım diye oluşturduğumuz zırh, zamanla bize parmaklık oluyor. Farkında değiliz.

Bir gün bir bakıyoruz hazmedemediğimiz her duyguda yiyecekle saldırdığımız bedenimiz de artık bu yükü taşımak istemiyor. İsyan bayrağını çekiyor. Ancak o zaman anlıyoruz ne kadar "başka bir yük" taşıdığımızı. 


Sadece bu olsa iyi, bir de elalem yükü taşırız biz. Zayıflar pek bilmez, ah canlarım...
Bizler; ortamın ağır abi/ablaları, her zaman dert dinlemeye hazır görülen gözyaşı yastıkları gibiyizdir. Herkes -kilo nasıl ve neden güven veriyor bilemem ama- en gizli sırlarını, en büyük dertlerini bizlere anlatır. Dinlemek istemediğiniz anlarda bile sizi kıstırır, adeta içlerini size kusar insanlar. 

Şişeriz. Şiştikçe elalemin derdi için de yeriz. 

Biliyor musunuz bu kısır döngü hiç bitmez, bitmeyecek. 

Ta ki bir gün siz ayaklanıp, dur deyinceye kadar. 
Ta ki bir gün her kahrınızı çeken o bedeniniz pes edinceye kadar. 
Ta ki bir gün bunu yaşamak zorunda olmadığınızı anlayana kadar.  


Kendinize ait olmayan hiç bir yükü taşımak zorunda değilsiniz, taşımayın. 

Bırakın insanlar kendi acılarıyla, kendi sırlarıyla, kendi dertleriyle başa çıkarak olgunlaşsın. Siz kimsenin acil durum çantası, yara bandı olmak zorunda değilsiniz. Olmayın. 

Annemin sıkça anlattığı bir hikayeyi aktarayım size. Bir tanıdığımız 23 yıllık eşinden boşanıyor. Çocuğu da evlenip gidiyor. Kadının söylediği ilk şey: Yıllarca kendi istediğim pilavı değil, ya eşimin istediği gibi domatesli, ya çocuğumun istediği gibi şehriyeli  pilav pişirdim.  Biliyor musun ilk defa kendi istediğim pilavı pişirdim bugün ve yedim. Demek ki hayat böyle bir şeymiş...

Bu, şu üç günlük dünyada birazcık da kendinizi düşünmek üzerine verilebeilecek sanırım en güzel örnek. Dramatik olsa da. 

Yarın sabah kendiniz için uyanın, yıllar sonra belki de ilk kez. Anne babanız, kocanız, karınız, çocuğunuz için değil. Yarın sabah kendiniz için bir şey yapın. 

Kendiniz için yüzünüzü yıkayın, kendiniz için pijamaları çıkarıp güzel bir şeyler giyin. Kendiniz için derin, güzel nefesler alın ve kaderiniz sandığınız, mutsuz olduğunuz hayatınıza kendiniz için bir adım atın. 

Kendi sevdiğiniz müziği açın radyoda, mırıldanın, şarkı söyleyin. Neşenin size ne kadar iyi geldiğine biraz kulak verin. 

Başkaları için, başkaları yüzünden değil siz buna layıksınız diye güzelleştirin hayatınızı. 

Başkaları yüzünden değil, kendiniz için, atın başkalarının yüklerini sırtınızdan. 
Kendiniz için kararınızı verin, adımınızı atın ve zayıflayın. 

Diyet, egzersiz, mide balonu, cerrahi müdahale...
Hangisi sizin için uygunsa, hangisine kendinizi hazır hissediyorsanız başlayın. 

Yarın sabah kendiniz için bir şey yapın. :)